Şiddet(l)e Bağlanmak

aile-içi-şiddetBağlanma kuramının temelini atan Bowlby’e (1956) göre çocuklar kendilerine şiddet gösteren annelerine dahi bağlanırlar. Ancak çocukların öğrendiği bu sağlıksız bağlanma biçimi onların sosyal yaşantılarını ve ileride eşleriyle aralarında kuracakları ilişkiyi olumsuz yönde etkileyecektir. Bu nedenle çocukların bakım verenlerine (anne, baba, büyükanne, büyükbaba, bakıcı, vb.) güvenli bir şekilde bağlanmaları büyük önem taşır.

Cemal Süreya’nın aşka dair yaptığı tanımlamalardan biri bu durumun ciddiyetini vurguluyor: “Annesinden dayak yediği halde anne diye ağlayan bir çocuktur aşk.” Peki, kendisine kötü davranan bakım verenine bağlanan çocuk bu süreci kendisi için normalleştirip gelecekte de kendisine şiddet (psikolojik, fiziksel, cinsel, ekonomik) uygulayan eşine bağlanır ve bu durumu normal algılar mı? Şiddet görmeye yatkın hale gelmek diye bir olgu varsa bu durumu tersine çeviremez miyiz? Türlü nedenler bularak bir sorun olmadığına ve her şeyin yolunda olduğuna kendimizi inandırdığımız ama aslında şiddete maruz kaldığımız durumlar için ne yapacağız?

Bu gibi durumlarda devreye giren savunma mekanizmamızın gücüne diyecek lafım yok ama anne-çocuk ilişkilerine doğru zamanlarda doğru müdahalelerde bulunulsa belki de savunma mekanizmalarımızın bizi korumak için bu kadar yoğun çalışmasına gerek kalmayacak.

Tabii işin bir de diğer yüzü var: Şiddeti uygulayan taraf.

Gottman’a (2003) göre şiddet uygulayanlar iki kategoriye ayrılıyor. Birinci kategorideki kişiler etrafındaki herkese karşı agresif ve saldırgan davranışlarda bulunurken diğer kategoride bulunan kişiler kaybetme korkusuyla hareket edip, karşılarındaki kişiyi kıskanıyor ve şiddete başvuruyorlar.
2009 verilerine göre Türkiye genelinde fiziksel şiddet gören kadınların oranı %39, cinsel şiddet gören kadınların oranı ise %15 olarak belirtilmektedir. Her şiddet vakasının polise intikal etmediğini de göz önünde bulundurursak bu oranlar aslında çok daha yüksektir. Şiddete maruz kalan kişilerin cinsiyetlerinin çoğunlukla kadın olması ise ayrı bir tartışma konusu olarak gündeme gelmelidir. Kadınların savunmasız, güçsüz ve korunmasız olarak vurgulanması ve medyanın bu tarz şiddet vakalarına sıkça yer vermesi kadın-erkek eşitliğini zedelerken aynı zamanda toplumun “kadın” algısını da değiştiriyor.

“Ama bu kadın da dayağı hak etmiş!”, “Onun yerinde olsam ben de aynı şeyi yapardım.”, “O kadın da öyle giyinmeseymiş.”, vb. söylemlerle eminim bir yerlerde karşılaşmışsınızdır. Maalesef medyanın bu tarz şiddet olaylarına fazlaca yer vermesi ve olayları yanlı bir şekilde ele alması kadınlara olan bakış açımızı olumsuz etkiliyor.

Şiddeti uygulayan kişinin davranışları hiçbir şekilde mazur gösterilemez ve şiddetin haklı veya hafifletici sebepleri bulunamaz. Ancak; şiddete maruz kalan kişi bu duruma ses çıkarmıyor, hatta bir şekilde bu duruma uyum sağlıyor ve eşinin olumsuz davranışlarına ‘alışıyorsa’ şiddetin önü alınamaz ve bu davranış o çiftin ve ailenin sisteminin bir parçası haline gelir. Şiddet, katlanmak zorunda olunan bir davranış biçimi değildir.

Lütfen onu normalleştirmeyin.

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>